Panik atak, genellikle belirgin bir neden olmaksızın ortaya çıkan yoğun korku ve bedensel belirtilerdir. Atak esnasında kişi, kalp krizi geçirdiğini veya durumu kontrol edemeyeceğini düşünür. Birçok kişi yaşamında birkaç kez bu tür deneyimler yaşar. Ancak, bu durumların sürekli hale gelmesi, panik bozukluğuna işaret eder.
Bu yazıda, bu tür sorunları aşanlar, sürecinde olanlar ve yeni tedavi yöntemleri hakkında bilgi bulabilirsiniz.
Danışanlar, sıklıkla, “Yıllardır doktorları geziyorum, ilaçlar kullandım, hiçbir şey çıkmıyor” gibi şikayetlerde bulunurlar. İlk seansta, beyninizin size nasıl bir oyun oynadığını anlamaya başlarsınız. Kaygı bozukluğunda beden, tehdit varmış gibi yanlış alarm verir. Fiziksel bir sorununuz olmadığını bilseniz de, bunu kendinize kabul ettiremezsiniz. Sürekli “Acaba kalbimde bir sorun mu var?” veya “Başka bir hastalığım mı var?” gibi düşünceler oluşur.
Seanslar ilerledikçe, bu tür durumlardan yavaş yavaş kurtulmaya başlarsınız. Zamanla, bu sorunları tamamen aşar ve yaşamınızda artık bu tür deneyimlerle karşılaşmazsınız. Terapi sürecinde, “Bir şey olacak mı?” veya “Dışarı çıkarsam sorun yaşar mıyım?” gibi korkular azalır ve zamanla tamamen ortadan kalkar. Gece yatarken “Acaba kalp çarpıntısı yaşar mı?” veya “Yine daralır mıyım?” gibi endişelerin yerini, “Bu durumu kontrol edebilirim” şeklindeki düşünceler alır. Ufak gerginlikler veya sorunları notlar halinde psikoloğunuza iletmek faydalıdır.
Bu durum, bir tür kaygı bozukluğudur. Ege Pozitif Psikoloji’ye başvuran danışanların çoğu, EMDR terapisi ve bilişsel davranışçı terapi ile hızla iyileşmektedir. Bu sorunu yaşayanlar genellikle ilaç kullanmak zorunda kalabilirler. Psikiyatri ilaçları bazı durumlarda bu sorunu çözerken, bazen de tekrar ettirir. Çoğu zaman, EMDR ve bilişsel davranışçı terapi de ilaç tedavisiyle birlikte etkili sonuçlar verir. Terapiye gelenler, ilaç kullanmadan bu durumu aşabilenler grubuna girer. Bu kişiler, genellikle 3 seanstan sonra belirgin bir iyileşme fark ederler ve ortalama 5 ila 15 seansta, ilaç kullanmadan bu durumu yenip iyileşirler.
Bu tür tekrarlayan durumlar, kişide anksiyete bozukluğuna yol açar ve fobilerin gelişimini etkiler. Anksiyete bozukluğu, kişide sürekli krizler yaşama beklentisi oluşturur. Bu durum, davranışlarda ve düşüncelerde değişikliklere neden olur. Kişi, en az 1 ay boyunca sürekli bir tedirginlik yaşar ve bu durumun tekrar etmesini bekler. Psikolojik sorunlarla başa çıkmak genellikle kişisel kontrol dışında bir durumdur; ancak, rahatsızlıkla ilgili karamsar ruh halinin ve ümitsizliğin ortadan kaldırılması önemlidir. Psikoterapi sürecinde, kişinin geçmişteki olumsuzlukları mevcut hayatından çıkarılması hedeflenmelidir.
Ani ve yıkıcı bir korkuyla başlayan bu tür durumlar, kişiyi anksiyete bozukluklarından daha yoğun ve bunaltıcı şekilde etkiler. Belirtiler genellikle birkaç dakika içinde geçer ve genellikle 30 dakika ile 1 saat arasında sona erer. Ancak, etkileri gün boyu devam edebilir.
Belli yerler, kişiler ve yaşanan olaylar bu tür durumları hatırlatır. Kişi, ortada bir tetikleyici olmadan da benzer bir deneyim yaşar; ancak, tetikleyici faktörler bu tür durumları daha sık yaşatır. Bu anların kişinin düşünsel yapısından kaynaklanabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu tür deneyimlerin beklentisi, zihinsel süreç olarak kişinin kendini hazırlama haliyle desteklenir. Bu durumu en iyi şekilde yaşayanlar belirtilerini tanıyabilirler.
Yani kişiler bu ve buna benzer olayları duyunca panik atak tetikler. Bazı kişiler de kötü olayların sık olduğu zamanlar etiketlenerek tetikler. Yani tüm kötü haberler ya da olaylar gece geldiyse başınıza daha çok gece ve akşamları panik atak yaşarsınız.
İzmir’de bu tür sorunlarla ilgili terapilerle nasıl başa çıkılacağını merak edenlere iyi haber: Psikolojik danışma merkezimiz (Ege Pozitif Psikoloji: Alsancak, Karşıyaka, Aliağa, Bergama, Gaziemir şubeleriyle) karşılaşılan duruma yönelik neler yapılacağını, kişinin yapısına uygun teknikleri terapötik süreçte belirleyip uygular.
Kurumumuza başvuran tüm danışanlar iyileşmiştir. Ancak, her danışan için ortak bazı teknikler kullanılmaktadır.Özellikle Bilişsel Davranışçı Terapilerde nefesin doğru kullanımı, düşüncelere alternatifler geliştirme ve baş etme kartları gibi yaklaşımlar, bu tür sorunların tedavisinde etkili olur.Diğer önemli ve güncel alternatif tedavi yöntemi ise EMDR terapisidir. İzmir’de bu tür sorunların tedavisinde, bu tekniklerin psikoterapi ile danışana aktarılması ve başka başa çıkma yöntemleri üzerinde çalışılması olumlu sonuçları artırmaktadır.
Yaptığımız özel terapilerle, vücudunuz alarm durumundan olağan hale döner. Danışana günlük hayatta da uygulama şansı verilerek iyileşme sağlanır.
“Bu tür sorunlar ilaçsız geçer mi?”, “İlaç kullanmadan bu durumu yenmek istiyorum” veya “İlaçsız tedavi mümkün mü?” şeklinde danışanlardan çok sayıda istek alıyoruz. Danışanların bu taleplerinin oldukça normal olduğunu belirtmeliyiz; çünkü hayatlarının kalitesini artırmak ve eskisi gibi olmak istiyorlar. Özellikle hamilelik sürecinde kadınlar, zor durumda kalmadıkça vücutlarına kimyasal ilaç almak istemezler. Uzun süreli ilaç kullanımı rahatsızlık verebilir.
Psikoterapi ile bu tür semptomların ortadan kaldırılması ve sorunun geride bırakılması bir süreçtir. İzmir’de bu konuda çalışan psikologlarımız, danışanla önce mevcut durumu kontrol altına alır ve ardından tamamen iyileşme hedefiyle terapiler sunar.
Bu tür ilaçlar kesinlikle bir doktor (psikiyatrist, nörolog vb.) kontrolünde başlanmalı ve yine bir doktor denetiminde bırakılmalıdır. En sık kullanılan ilaçlar, SSRI (seçici serotonin geri alım inhibitörleri) içerenlerdir; örneğin, Xanax, Lustral vb. gibi. Bu ilaçları kullananların birçoğu yaşadıkları kaygı bozukluğundan kurtulmaktadır. Ancak bazı kişilerde yan etkiler ortaya çıkabilir. Bu yan etkiler arasında kilo alma, kilo verme ve aşırı uyku gibi durumlar bulunabilir. Bazen de ilaçları kullananlar, yıllarca kullanıp ilacı bıraktıklarında benzer sorunların yeniden ortaya çıktığını belirtebilirler.
Doktor ve psikiyatristlerin verdiği bilgiye göre, ortalama kullanılan her ilacın bir yan etkisi vardır. Bu ilaçların yan etkileri genelde oldukça azdır. İlk zamanlarda benzer krizlere neden olabilse de, zamanla bu durumlar düzelir. Doktor ve psikiyatristlerin kontrolü dışında asla ilaç kullanılmamalı ve bırakılmamalıdır. Yan etkisi olmayan ilaçlar da mevcuttur; ancak ilaçlar her bireyde farklı etkiler gösterebilir. Bu nedenle, ilaçlar ve yan etkileri ile ilgili her sorununuzu bir hekime danışarak bilgi almanız önemlidir.
Panik bozukluk pek çok hastalık ile benzer belirtiler gösterebilir. Bu sebeple öncelikle hastadan ve yakınlarından doğru yaşam öykü almak gereklidir. Hastaya EKG, tiroid testleri, kan sayımı ve solunum fonksiyon testi yapılarak başka bir sağlık problemi olmadığına emin olunmalıdır. Daha sonra psikiyatriye başvurulmalıdır.
Bu tür sorunlar için öncelikle kalp veya dahiliye bölümlerine gidilip biyolojik hastalıkların olmadığından emin olunmalıdır. Daha sonra psikiyatri bölümüne başvurulup tanı alınmalıdır. Psikiyatristin önerdiği ilaç tedavisi ile birlikte psikolog ile terapi sürecine başlanmalıdır. Kriz yaşayan kişiler, yaşadıkları durumun kafalarında gerçekleştiği gerçeğiyle yüzleşmeli ve bunun bilincine varmalıdır.
İlaç tedavisi gerekli olmakla birlikte, kendinizi yalnızca ilaçlara bırakmamalısınız. İlaç tedavileri bu süreçte etkili bir sonuç vermesi için terapi ile birlikte devam edilmelidir. Örneğin, nefes egzersizi gibi rahatlatıcı yöntemler bu süreçte oldukça faydalı olabilir.
Agorafobi, antik Yunanda çıkan bir terim olup, “alan korkusu” anlamına gelir. Agorafobiye sahip kişi, evden çıkmaktan, kamuya açık yerlerde bulunmaktan, alışveriş merkezlerine veya dükkanlara girmekten, kalabalık ortamlarda, sinemalarda veya dar ve kapalı odalarda bulunmaktan, ya da herhangi bir ulaşım aracı ile seyahat etmekten dolayı korku yaşar. Bu nedenle ya bu tür yerlere gitmekten kaçınır ya da oralarda bulunduğunda büyük bir rahatsızlık hissi yaşar.
Bu durum sıklıkla diğer rahatsızlıklarla birlikte görülebilir. Böyle bir durumda kişi, hem bu rahatsızlıkları yaşadığını düşünüyorsa, konulacak teşhis genellikle Agorafobili kaygı bozukluğu olur
Kişi panik atak anlarını yaşadığında bu ana ait olumsuz duyguları unutamaz. Tekrarlı olarak korku duyduğu o ana ve gözlenen fiziksel yanıtlara karşı bir tekrarlama ihtimalini bekler.Her an panik atak olacak mı diye düşünmek, panik bozukluk olarak tanımlanır.
Tedavi edilmezse yaşam kalitesini ciddi anlamda eksiltmektedir.
Bunlar:
Panik yaşantısı geçiren herkese panik bozukluk teşhisi konmamaktadır. Her birey hayatında 1-2 kez bu tür deneyimleri yaşayabilir. Harvard Üniversitesi’ndeki bir araştırma, katılımcıların %23’ünün bu tür deneyimler yaşadığını göstermiştir. Aynı zamanda bu kişilerin %3’ü panik bozukluğuna sahip olmaktadır.
Hastalık hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan kişiler, yaşadıkları kaygı anlarında normal tedirginlikten daha yoğun fiziksel belirtiler gözlemleyebilirler. Örneğin, nefeste hızlanma, terleme ve titreme gibi belirtiler gördüklerinde, “bu bir panik anı mı?” gibi yanlış düşüncelere kapılabilirler.
Bir tehlikeyle karşılaşıldığında kalp, olağan çalışmasından daha aktif hale gelir ve büyük kas gruplarına kan pompalayarak vücudu tehlikeden uzaklaştırmaya çalışır. Vücudun amacı, tehlikeden kaçmak için hazırlık yapmaktır. Bu süreçte oluşan bedensel belirtiler, bu durumun yan etkileri olabilir. Olağandışı dolaşım, kişiyi kendini normal hissetmemesine neden olabilir. Ayrıca, nefes alma problemleri eklenince kişi yanlış anlamlar çıkarabilir. Sonuç olarak, kalp krizi geçirip geçirmediğini, göğsünün daralıp daralmadığını, acil servise gitmesi gerekip gerekmediğini ve kendine ya da çevresine zarar verip vermediğini düşünür. Belirtiler kişiden kişiye değişir; bazı kişiler terlerken, diğerleri baş dönmesi veya mide bulantısı yaşayabilir. Ancak, bu belirtiler felaket ya da hastalık habercisi olarak görülmemelidir; bunlar vücudun ani durumlara verdiği doğal tepkilerdir. Buradaki en büyük hata, bu belirtileri yanlış yorumlamak ve başka amaçlara yönelik olduklarını düşünmektir.